“Döküldü
bu soğuk geceye, soluma kazıdıklarım.” demek istediğinde en içim, ademoğlunun
hastalığıydı bu diye hatırlarım. Kaçtığından yakalamaya tenezzül etmediğim.
“Bırakın gitsin!” dediğimde burkulduğum. Hoşlarına gitmişti değil mi? Ne zaman
keyfe düşsek beklerler münzevi halimizi. Hoyrattır buranın insanları bu yaz
vakti. İçtenliklerine aldanmışız heyhat. Bak! İnandığımız masallar düşmüş
yerli yersizce. Kandırılmış suretimizse kadehlerle kalmış, sevişmişler
eskitilmiş eşikte.
 
Düğümlendiğimde
yine, alışkın hayat vazifesine itaat etti. Bir keder de o bıraktı önüme. Darmadağın
oldu yıpranan sözler. Önümde yığınla dağılmış heceler, gecelere meydan okudu.
Hangisinden başlamalıydık? En ucuzundan mı? İyisi mi zerdüşün hürmettiğine  sığınmalı.
Üşkağatçı
kaçağın teki değildim halbuki, onların kurallarıyla oynamaya başlamadığımdan
beri. Şimdi boğazımın tam ortasında kara demirler var, soğuk! Bıçağın keskin
ucu, yanlarında tenini okşayan bir saçı anımsatır.
İzin
verme demiştim kendime. Söz geçiremedim gecelere. Sürüklediler yüzünün
kıyısına. Sinsice. Körüklenmemesi gerekiyordu oysa. Yorgundu kalbim,
sükunetiyle büründü zehre... Boğuldum.
Iraklardan
kaçmalıydım hep, boş sokaklara düşman olmalıydım. Yapamadım. Onlara değdim.
Kanadı en derinden. Hatırlandı olmayan yaz. 
Ve
üstadımın kelamını aksettim:
“
Dudakların yarım bıraktığı sözleri gözler tamamlarmış.” Söz yoktu ki,
tutukluğumuzun sebebi köhne yaşlardı. Şahidi acınası güz, bitmeyen kıştı...


Hiç yorum yok :
Yorum Gönder